22 Aralık 2011 Perşembe

TURİST GÖZÜNDEN İSTANBUL


Gülhane Parkı'na en son gittiğimde 1992  ya da 1993 yılı olmalı. Hayvanat bahçesindeki kendinden geçmiş gariban hayvanarla yaşlılıktan ne yapacağını şaşırmış baba aslanın olduğu yıllarda. Gülhane Parkı ile ilgili anılarım müthiştir. Eminim 80 lerin başında doğmuş her İstanbullu bunu paylaşır. Yıllarca harabeydi bu park. En son 2003 yılında restore edilmiş ama galiba küsmüştük o yıllarda Gülhane Parkı'na. Geçen Salı boş bir günü fırsat bulup turistçilik oynadım. Fotoğraf makinemle Beyazıt 'tan Eminönü'ne doğru bir yürüyüş yaptım.Gülhane'nin kapalı olduğunu sanıyordum. Şöyle bir baktım içeri. Fotoğrafla ilgilenenler bilirler , İstanbul'da kolay kolay yakalanmayacak bir fırsatla karşılaştım. Koca parkta tek tük turistler dışında hiç kimse yoktu. Sonbahar sağolsun , sararmış yapraklar yerlerde müthiş görünüyordu. Yüksek ağaçlarda yabani kuşlar yuvalar yapmış. Yüzlerce kuşun aynı anda bağırmaları gerçekten şairaneydi. O anda kendimi gerçekten turist gibi hissettim. Çektiğim fotoğrafların bazılarını sizinle de paylaşmak istedim. Bence en kısa sürede bir turlayın unutulan İstanbul'u.



Ayasofya


Beyazıt Meydanı


Gülhane Parkı


Sultanahmet Camii


Beyazıt'taki tarihi çeşme


Gülhane Parkı


Sultanahmet Meydanı


Gülhane Parkı


Sultanahmet Meydanı


Gülhane Parkı

5 Aralık 2011 Pazartesi

MODERN ZAMANLAR'DAN KAÇIŞ / PLAZA İNSANLARI


Çocukluğumu hatırlıyorum. Artık geçmişte kaldı. Okula gitmek için sabah kalkar üniformamı giyerdim. Annem karnımı doyurur, servisim gelince de evden çıkardım.

Servisimi de hatırlıyorum. Kapısını açınca içeri girer oturur, okula gidene kadar sakince otururdum. Okul bitince de yine servisle eve gelirdim. Yemeğimi yer, televizyonda bir şeyler izler, sonra da ertesi gün aynı şeyleri yapmak için yatağıma gidip uykuya dalardım.

O yıllarda bu rutinden nefret ederdim. Bir an önce büyüyüp o sıradanlıktan kurtulmak için can atardım. Şimdi büyüdüm. Ne yapıyorum biliyor musunuz?


İşe gitmek için sabah kalkıp takım elbisemi giyiyorum. Kendi karnımı doyurup beni işe götürecek olan servisime binmek üzere evden çıkıyorum.
Servis kapısını açıyor ve ben iş yerimin bulunduğu plazaya gidene kadar sakince oturuyorum. İş bitince de yine aynı servisle eve geliyorum. Yemeğimi yiyip, bilgisayarda bir şeyler izleyip ertesi gün aynı şeyleri yapmak için yatağıma gidip uykuya dalıyorum. Şimdi bu rutinde yaşadığım için kendimden nefret ediyorum.

Zaten bu yaşıma kadar nasıl geldiğimi bile anlamadım. Hala genç sayılırım ama neden bunu yapmaya devam ediyorum? Bunun önüne geçmenin bir yolu yok mu? Ne zamandır yaşamak yerine izlemeyi tercih ediyoruz?* (Okan Bayülgen’in bu sözü gerçekten ilham verici ).  Yıl içinde yaşadığımızı hissetiğimiz tek zaman tatile gittiğimiz zaman. Şunu farkettim ki tüm yıl boyunca tatilin hayalini kurup, tatil hayaliyle para kazanmışım.

Peki biz bu bayıla bayıla gittiğimiz tatilde ne yapıyoruz? Deniz kenarında güzel bir yerde denize girip dinleniyoruz. Akşamları çıkıp yemek yiyip , içip eğleniyoruz. Orada yaz boyunca hem çalışıp hem tatil yapanlara özeniyoruz. Peki neden bu kariyer çılgınlığını bir kenara bırakıp o özendiğimiz insanlar gibi yaşamıyoruz? Daha mı az para kazanırız ki? Hiç sanmıyorum. Onlar zaten bizim tüm yıl kazandığımız parayı 6 aylık yaz sezonunda kazanıyorlar. Ne zaman kurtulucaz bu şehrin pis rutininden? Cevap olarak hemen demek isterdim ama maalesef kapitalizm öyle bir şey değil. Ama özgür bir ülkede yaşıyorsak şu andan itibaren bile çok çalışıp başkalarının işinde müdür olmayı hedeflemek yerine , kendi cebine çalışan o özenilen insanlardan biri olmayı hedefleyebiliriz.




3 Aralık 2011 Cumartesi

ÖLÜMLE YÜZLEŞMENİN ŞARKISI

Biz gençlere ne kadar uzak gelse de ölüme yakın olduğumuz günleri hissetmeye başladığımızda zamanın nasıl geçtiğini anlamamış olucaz belki de. Bugüne kadar Cahit Sıtkı'nın 35 yaş şiiri , bu amaçla yazılmış eserlerin en unutulmazlarından. Bugün benim paylaşmak istediğim ise bir şarkı. Rahmetli Cem Karaca'nın ölümünden 5 yıl önce çıkardığı "Bindik Bir Alamete" albümünden , belkide kariyerinin en sert şarkılarından birisi. " Ölüm". 





Ölüm bana sırıtarak gel 
Ölümü öp n’olur 
Yüzünde,o tanıdık riyakarlık 
Çünkü nice dost dediklerim, 
Sarılıp öptüklerim, 
Suratlarında aynı eda 
Ve sahtekarlık 

Elbette haksın, haktan gelirsin 
Kimi gördük ki, 
Dünyaya kazık kakmış da kalmış 
Heykelin bile dikilse 
Sen öldükten sonra 
Bakarsın tepene kuşlar kakalmış 

Cahar atıp şeş oynasam 
Gene yenersin beni 
Ölüm bana gülerek gel 
Ölümü öp n’olur 
Sırtımdan vurdurma beni 
Alnıma sık kurşunu 
Karşıma geç,yüzüme bak ve 
Öttür baykuşunu.. 

Beni sordun mu ölüm 
İkiz kardeşin doğuma 
Bağlayan ne çözen ne 
Bu hayat denen düğümü 
Kimi havyar yerken 
Kimi soğan cücüğünü 
Üç beş arşın beze sarar 
Öyle gidersin